İlk yazımda da belirttiğim gibi ülkemiz ve milletimiz tarihinin en zorlu sınavını vermektedir. Bu sınav milletimizin doğal mesleği olan askerlikle çözülememektedir. Eğer sorun askerî olsaydı bugün 97.yılında andığımız Başkomutanlık Meydan Savaşı gibi şanlı bir zafer daha eklerdik tarihin tozlu sayfalarına. O gün ki;https://twitter.com/ismailhakkiakca/status/1167548490882457601?s=21
30 Ağustos’un aksine, bugün karşılaştığımız düşman dış değil iç düşmandır. Yani düşüncelerimizdir.
Türk milleti tarihi boyunca bağımsızlığına leke sürdürmemiştir. Gün gelmiş Mete’nin gün gelmiş Kılçarslanın gün gelmiş Timur’un gün gelmiş Fatih’in ve de gün gelmiş Atatürk’ün önderliğinde dıştan gelen tüm tehlikeleri bir bir yok etmiştir. Ama bugün içinde bulunduğumuz sorun çok daha büyüktür. Çünkü kendi istikbalimize ve istiklalimize kendimiz ihanet ediyoruz. "Zeytin Dalı" harekatıyla başlattığımız haklı savaşımız hariç son yıllarda milletimizin bir araya geldiği olay ve durumlar çok seyrek gözlenmektedir.
Öğretmen müdüre, öğrenci öğretmene, hasta doktora, halk yöneticiye güven duymamaktadır. Bunun temel sorunu toplumun tek bir kesimi değildir. Tek bir şahısla da sınırlı değildir. Bu sorunun büyümesinde her ne kadar ötekileştirici bir politikaya maruz kalmamızsa da en önemli unsur milletimizin gösteremediği reaksiyondur. Acı olan ise birbirimizle kenetlenmek gereken durumlarda biz birbirimize sanki yabancı devletin askeri gibi muamele ediyor olmamızdır.
Türk milleti, evet genel hatlarıyla bir çok ortak meziyete sahip olmasına karşın; iç ve dış siyasette, devlet yönetiminde, yasama bölümünde, yargı bölümünde birbirinden çok farklı kutuplarda bulunabilmektedir. Bunun sonucu olarak farklılıklarımızdan zenginliği elde etmek yerine ayrımcılık politikasıyla kendi kutublarımıza çekilmemizdir. Farklılıklarımız bizi birbirimizden farklı kılan değil, ortak bir kültür altında birleştiğimizin kanıtıdır.
Kendini bu cumhuriyetin koruyucusu, bu soyun devamı olarak gören her Türkiye cumhuriyeti vatandaşının gayesi cumhuriyetimizi yükseltmek olmalıdır. Bu uğurda biz gençlere düşen; çalışmak, çok çalışmak, gerekirse can vermektir. Atalarımız bu anlayışla tarihin her sahnesinde dünyayı dize getirip, aslolan adaleti sağladılar. Giriş bölümünde de dediğim gibi muasır medeniyetlerin de üstüne çıkmamızın tek yolu budur.
Fikirlerimin ışığı, bahsettiğim davanın önde gelen kalemlerinden Nihal Atsız'ın dediği gibi; öğrenci dersine çalışacak-okuldan kaçmayacak, öğretmen öğrencilerini geleceğin büyükleri olarak görüp en verimli şekilde yetiştirecek, doktor hastaları itikatlı şekilde muayene edecek, fırıncı ekmeğin hamurundan çalmayacak, pazarcı çürük mal satmayacak, iktidar kendine çalışmayacaktır. Ancak bu şekilde Atatürk'ün yüz yıl önce gösterdiği hedefe ulaşır, daha o gün söylediklerinin idrakine varabiliriz. Milli sermaye bir grup insanların elinde değil de tüm millete adaletle dağılacak, işte o gün dağlarda terörist gezmeyecek yerine çiçekler açacak.
Tüm dünyanın “Türkler bu kez kaybetti, devirleri bitti.” dediği anda atalarının kanını taşıyan o büyük kumandanın, milletini arkasına alıp, o cümlelerini emperyalistlere bir bir yutturmasından feyz alarak güçlü bir Türkiye’de yıllar boyu sayısız zaferlerimizi kutlamak dileğiyle...
30 Ağustos Zafer Bayramı, bu milletin evlatlarına sonsuz kutlu olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder